O GÜZEL GÜNLER HAYAL OLDU
Çocukluğumuz İnceöz’de geçti. Herkese köyü sevgilidir. Çocukluk hatıraları unutulmaz. Film şeridi gibi bazen gözümüzün önünden geçer. Eskiden çiftçilik ve hayvancılık yapılırdı. Herkesin davarı olurdu. Herkes tarla ekerdi. Herkesin tavuğu, köpeği olurdu. Herkesin evinde eşek veya at olurdu. Herkesin ineği olurdu. Her eve sığır gezeği ve buzağı gezeği olurdu. Çobanlığın ilk basamağı buzağı çobanlığı ve gülü gütmekti. Buzağılar annelerini emmesin diye buzağı çobanlığı gerekli idi. Gülü köyümüzde hindinin diğer adı idi.
Anne ve babalar tarlada çalışırlardı. Çocukları tarlaya götürmezlerdi. Köyde kalan çocuklar grup grup oynarlardı. Hüseyin Aydın gilin ev uzun zaman çatı şeklinde kaldı. Hakkıların Halil’in evi de uzun zaman çatı şeklinde kaldı. Bu evlerin çatılarında dolaşmak, çatıya çıkmak bir eğlence idi. Bir kiloluk zeytinyağı tenekelerinden araba yapılırdı. Yan tarafı biraz açılır oraya değnek sokulurdu. Direksiyon olurdu. Tekerlerin arkası lastik ayakkabı topuğundan yuvarlanırdı. Ön tekerleri lastik ayakkabının ön altından yapılırdı. Herkesin bir teneke arabası olurdu. Bazı şanslı çocukların tekerleri kütükten yapılmış dört tekerli ağaç arabaları olurdu. Bazen de bir sopa at veya eşek olurdu. Sol elimizle tuttuğumuz sopanın arkası bacak aramızdan arkaya geçer ve yerde sürünürdü. Sağ elimizdeki bir sopa ile de atı dehlerdik. Çayır otları biçilince en eğlenceli iş samanlıklardan atlama idi. Çayır otları dikensiz ve bıtıraksız olduğu için atlama daha kolay olurdu. Otlardan yuva gibi yerler yapılır ve oraya atlanırdı. Hatıldan ve bel ağacından atlanırdı. Atlayan kişi tırmanarak atlayacağı yere çıkardı.
Her mevsimin ayrı güzelliği ve oyunları olurdu. Sonbaharda top oyunları, saklambaç, tombik, Karagördüm, çömlek patladı, met, çelik gibi oyunlar oynanırdı. O mevsimlerde bostan bekleme gibi de işler olurdu. Bağ ve bahçe bekleme ,sulama işleri de olurdu.
Sonbaharın ekin yıkamaları, bostan bozmaları, ekşi kaynatmaları, bulgur kaynatmaları, dibek dövmeleri, tarhana – bulgur yapmaları başlardı. Gündüzleri bazı evlerden el değirmeni sesi gelirdi. Kaynayan ve kurutulan bulgurlar bu değirmenlerde çekilirdi. Tarhanalar karılır ekşimeye bırakılırdı. Ekşiyince de elle ufalanır ve kurumaya serilirdi. Bu işler hep tatlı bir telaş ile yapılırdı. Osmanlıdan kalma bir edep, terbiye, mesuliyet duygusu ile davranılırdı. Akşam yemekleri yenirken işini bitirenler veya geç kalanlar konuşulurdu. Geç kalanların üzüntüsü çekilirdi. Onlara bir iki gün yardım edilirdi.
Bağ bozumu ve üzüm kaynatma zamanında okullar açılırdı. Bağların yanına kurulan oluklarda üzümler ezilir, şıraları kazanlarda biriktirilir ve tava tava kaynatılırdı. Ak ve kara üzüm pekmezleri ayrı kaynatılırdı. Ayrı küplere konurdu. Eskiden pekmezler, turşular küplere konurdu. Her evde birkaç küp pekmez ve turşu olurdu. Kış boyunca tüketilmeye hazırlanırdı. Ekşi yenmesi gereken yemekler için acı eriklerden pestil kaynatılırdı. Limon ekşisi yerine ekşi erik pestili eritilir ve yemeğe katılırdı. Tatlı erik petsileri ise pilav , makarna gibi yemeklere hoşaf yapmak için kullanılırdı.
Kışa ahlat hoşafı kesilir ve kurutulurdu. Armudu veya eriği olanlar armut ve erik hoşafı yapardı. Çocukluğumuzda kavut denen bir çeşit un vardı. Ahlat kurusundan öğütülen bu un, su ile karıştırılır ve yenirdi. Buna kavut karma denirdi. Bazı kavutlar şeker katmadan yenecek kadar tatlı olurdu. Bazılarına ise şeker katmak icap ederdi. Kış eğlenceleri kavut katma, mısır patlatma, kavurga kavurma, çörek ve halka pişirme ile ödüllendirilirdi. Annelerimiz o kepekli su değirmeni unlarından mis gibi ekmekler, tava çörekleri, banaklar, kül çörekleri, halkalar, söbeler yapardı. O helal lokmalar mis gibi kokardı. Yiyenlere şifa olurdu.
Okulların açılması ayrı bir heyecandı. Kara önlüklerimizi giyer, naylon poşet çantaları alır koltuğumuza iki odun alır okulun yolunu tutardık. Okul başkanı sabah erkenden okula varır zil çalardı. Okul çanını alan başkan en az beş dakika zil çalardı. Köyün her tarafından okula bir akın başlardı. Okulun bayrak direğinin dibinde sıra olunur ve sırayla sınıfa girilirdi. Okulumuzda birleştirilmiş sınıf eğitimi yapılırdı. Biz köyümüzün üçüncü öğretmeni Şükrü Öncü bey’de okula başladık. Biz okula başladığımızda köyde elektrik yoktu. Okul yeni açıldığı için okul öğrencileri büyük yaşlarda idi.Ahmet Yaman, Celal Taşdelen, Ahmet Koç gibi ağabeyler beşinci sınıflarda idi. Biz birinci sınıfa başladığımızda rahmetli Aziz abi ikinci sınıfta idi. O zamanlar eğitim imkansızlıklar içinde devam ederdi. Eğitim kalitesi ve başarıyı artırma için küme çalışmaları yapılırdı. Her akşam birinin evinde toplanılır beraberce yardımlaşarak ödev yapılırdı. Ders çalışanlara kavurga, çörek ve hoşaf,ayran gibi ikramlar da olurdu. Bazı evlerde çay ikram edilirdi.
Yağmurlar yağınca oyunlar da değişirdi. Kurumaya yüz tutan yerlerde çivi oyunu oynanırdı. Çivi atarak saplanır ve örümcek ağı gibi şekiller çizilirdi. Yanınca diğer kişi çiviyi aralara saplayıp çıkmak zorunda idi. Kar yağınca yerini kızak kayma alırdı. Eller mosmor olur, sümükler akar fakat oyundan vazgeçilemezdi. Yukarı çıkılır kayarak aşağıya inilirdi. Düşe kalka tekrar pist başına varılırdı. Sıra gelince aşağıya kayılırdı. Düşülürse kalkılır, karlar çırpılırdı. Bazen de düşe düşe oturaklarımız ıslanırdı. Titrer dururduk fakat hastalanmazdık. Kış boyu işten güçten kaçılır ve kızak kaymaya gidilirdi. Bazen anne ve ablalarımızın naylon ayakkabıları alınır onlarla kayılırdı. Eğer bir yolu bulunursa dede ve babalarımız bize kızak yapardı. Kızakla kaymak daha rahat olurdu. Kızağa bir de minder konur ve konforu çoğaltılırdı.
Kışın en zahmetli şey geycek (çamaşır) yıkamaktı. Çamaşırlar donar kalırdı. Heykel gibi olurdu. Soba kenarlarında kurutulması günleri alırdı. Mart ayına doğru havalar değişir, karlar erimeye başlardı. İneklerin buzağılaması, koyun ve keçilerin kuzulaması ilkbaharın işareti idi. Baharın, çiçeklerin, gök dedemlerin, çiğdemlerin habercisi idi. Peşinden yayla hayali kurulmaya başlardı.